Ya Güneş’in batışını beklemiştir benden çok uzun yıllar önce yaşamış “biri” ya da tüm kızıllığıyla doğuşunu. Güneşe Şems demiştir belki de “o”. Kendi Şemsinin bir araba içinde meleklerin çekimiyle hareket ediyor olduğuna da inanmış olabilir. Kim bilir Dünya’nın merkez alındığı bir gök modelini kabul etmiştir üzerinde fazla düşünmeden -önemsemeden-. Güneş’in Dünya’ya olan uzaklığını merak etmiş midir hiç? Ya da o kızıl, sarı, turuncu devin kendi içindeki yangınlarından, iç çarpışmalarından ve patlamalarından, o miniminnacık parçacıkların dur durak bilmeyen dönüşümlerinden haberdar olmuş mudur?
Şiir yazmış da olabilir, şayet öyleyse haberdar olmalı “o” da Güneş’in doğuşunda kesilen kurbanların kızıllığının sabahları gökyüzünü kana buladığından. Güneş’in temsil ettiği Hz. İsa’nın kaçıncı kat gökyüzünde yaşadığını benim gibi 2 miydi 4 müydü ikilemlerine düşmeden -böyle bir ikilemi saçma da bularak- kesin bir şekilde bildiğinden de eminim o zaman.
Güneş’i belki de takvimden çok önce saat yapmıştır kendisine. Güzelliğini izlemeye doyamayıp Güneş’in, gözlerini kör etmiş de olabilir aslında. Ya da bir denizin kenarında yaşamıştır da Güneş’in denizin içine usul usul girişine bir anlam verememiştir tepsi şeklindeki Dünya’sında. En güzeli sadece ama sadece o Güneş’deki yangının deniz de usul usul söndüğüne ve Güneş’in sessiz sedasız eridiğine inanmıştır da her sabah tekrardan dinç ve güçlü doğuşuna şaşmıştır. Bu durumda kuvvetle muhtemel “Güneş” demiştir İbrahimi bir şekilde ve devam etmiştir:
“Her akşam sönüp her sabah doğuşun hiç durmadan Dünya’yı dönüşün en güçlü kölelere bile ağır gelir bu yükün Anlaşılan sen de benim gibi zavallı bir kulsun, Daha fazlasına inanmam.”Güneş’in devinimi ilgisini de çekmiş olabilir aslında. Güneş’in bulutların arkasına saklandığı günler de “o”nun da içinde bir şeyler arkalara, derinlere saklanmış; Güneş’in parladığı, ışıdığı günlerde de “o”nun da içinde bir şeyler ışımıştır. Yani Güneş’i Dünya’nın merkezine koymakla kalmamış kendi dünyasının da merkezine koymuştur, olamaz mı? Geceleri, karanlıkta üstüne çöken tüm o karabasanlardan, kabuslardan, diğer tüm illetlerden kurtulmak için yalvarmıştır da Güneş’e:
“Ne olur batma bu gece Senin gidişinle kelimelerin hep tek hece Karanlıkta değişiyorum sessizce Senin batışın benim batışım “Tüm ısrarlarına rağmen Güneş batınca yine bu sefer doğmamasını istemiştir kim bilir Güneş’in. Belki de hak etmediğini düşündüğü anları yaşamak istememiştir, belki de tekrar düşeceğini düşündüğünden aynı hatalara sessiz ve sakince durmak yalnızca durmak istemiştir. Ve seslenmiştir yine Güneş’e -kim bilir- şöyle:
Dur! Hareket etme bugün Dur! Bedenime söz geçiremiyorum Dur! Eşyayı durdursam, sessizce otursam yine de istemsiz hareket halindeyim Dur! Tabiat durur gibi ama hep faal en küçük parçaları Dur! Bir “an”lık Dur! Bir kendime geliyim Dur! İçimi tortulardan temizliyeyim Dur! Kurtulamıyorum korkularımdan Dur! sadece Dur!Güneş sesine kulak vermiş midir? Sesine kulak verse de “o”nun isteklerini yerine getirebilecek gücü olmadığından sessiz sedasız devam etmiştir yolculuğuna.
Geceleri Ay’ı suya olan aksinden incelediğinden, yıldızların ışığıyla kendisinden 1000′ lerce yıl sonrasındakilerin kuramayacağı kadar derin hayaller kurduğundan olsa gerek, belki de Güneş’i alnından öperek “o” uyandırmıştır her seher vakti. Ya da tefekkür için gittiği bir ormanda Güneş’in ağaç dallarının arasından sızan ışığını ilk “o” fark etmiştir. Işığın dalga halinde mi yoksa tanecik halinde mi ilerlediğini hiç düşünmemiştir kim bilir zaten biliyordur, olamaz mı?
Öyle ya da böyle, erken ya da geç ama imkansız yoktur. Belki “o”nunla beraber Şemsimizi uyandırırız bir gün.